architect. scientist. academician.

Sunday, February 28, 2010

Atölye: d[evrilen gerçeklik

kayıtdışı 03 // atölye: d[evrilen gerçeklik
08-13 Şubat 2010,
YTÜ Mimarlık Fakültesi, Beşiktaş, İstanbul.
---------------------------------

Atölye Yürütücüleri:
Emine Köseoğlu
Yüksek Mimar, Araştırma Görevlisi, Doktora öğrencisi. Araştırma alanları arasında, çevresel psikoloji, mekânsal okunabilirlik, kültür-mekân ilişkileri yer almaktadır.

Öze Uluengin
Yüksek Mimar (YTÜ), Araştırma Görevlisi (YTÜ), Doktora öğrencisi. Mimarlık kuramları, küreselleşme, dönüşüm ve kamusal mekân araştırma konuları arasındadır.

Katılımcılar:

Burcu Parlak
Dilara Sezgin
Emrah Üstdağ
Esra Koyun
Pınar Gözek
---------------------------------
Atölyenin içeriğiyle ilgili bilgi:

…Yolda gelirken bir çiçekçiye uğrayarak, ceketimin iliğine takmak üzere çok hoş bir kırmızı gül almıştım. Bunu çıkartarak ona uzattım. Gülü, sanki kendisine çiçek verilmiş bir kimse gibi değil de, kendisine bir bitki verilmiş botanikçi veya bir morfolog gibi eline aldı.

“Altı inç uzunluğunda, yeşil uzun bir bağlantısı ile birlikte, iç içe geçmiş kırmızı bir fon.” diye yorumladı.

“Evet, Dr. P. bunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?” diye ona cesaret vererek sordum.

“Söylemesi zor.” dedi. Kafası karışmış görünüyordu. “Botanik cisimlerin basit simetrisinden uzak olmasına rağmen kendine ait üst düzeyde bir simetrisi olabilir… Bunun bir bitki türü veya bir çiçek olabileceğini düşünüyorum.”

“Olabilir mi?” diye sormaya devam ettim.

“Olabilir.” diye yanıtladı.

“Koklayın bir bakalım,” deyince, sanki ondan üst düzeyde bir simetriyi koklamasını istemişim gibi şaşkın şaşkın baktı ama dediğimi yaptı ve aniden hayata döndü.“Çok güzel gül tomurcuğu ve mükemmel bir koku.”...

Oliver Sacks, 2007, Karısını Şapka Sanan Adam, YKY, İstanbul, s.31-32.

Sacks, Dr. P.’deki nörolojik rahatsızlığa teşhisini ‛soyut tavır’ olarak koyuyor. “Ondaki anlamsız soyut tavır, kimlik ve kimlikle ilgili özelliklerin algılanmasına ve muhakeme edebilme yeteneğini kullanmasına engel oluyordu. Anlamsızdı diyorum çünkü bu tavır, herhangi bir duygusu ile bağlantılı değildi.”

Görme, aslında gözümüzle algılama anlamına gelir. Gözün yapısal işlevini anlatan klasik anlamından çok daha fazlasını içerir. Çünkü algılama, salt duyusal bir beden işlevinden çok daha fazlası olan ve muhakeme ile yoruma dayanan kişisel / farkındalıksal bir davranışa işaret eder. O yüzden ‘görme’ denilen şey, asla ‘soyut tavır’a eşit değildir. Soyut tavır, nesnelerin ilişkisel / kişisel olmayan analitik betimlemesidir. Biz dünyaya böyle bakmayız. Bu nedenle, şunu rahatlıkla iddia edebiliriz: Dünya bizim düşündüğümüz kadar net bir yer değil.

Çevreyi görsel olarak algılayışımızda özduyum (Sacks, 2007, s.60) hâkimdir. Özel bir çaba sarf etmediğimiz, bir zorunluluktan / gereklilikten dolayı dikkat kesilmediğimiz sürece, çevremizdeki sahneler birer belirsizlik / sis bulutu içinde akar giderler. Gerçeklik hissini veren çevrenin net olması değildir o yüzden. Çevre/dünya, bizim yaşadığımız şekliyle kimi zaman, tam bir bulanıklık, siliklik, belirsizlik kümesidir ve kirli, karanlık, sönük, silik, seçilmeye çalışılan imgeler / nesneler zincirinden oluşur. Sınırları, hatları yoktur nesnelerin ya da parçaların… Birbiri içine geçmişlerdir; ilişkiseldirler, dokusaldırlar, geçişseldirler… Bir parmağın bir yüzey üzerinde dolanıp yüzeyi tanımaya çalışması gibi, göz usulca kayar imge üzerinde… Ancak hiçbir zaman detaylar çok iyi ayırt edilemez. Tıpkı dokunarak tanımaya çalışan bir el gibi.

Çevreye ilişkin imgeler, detaylar yok edilerek, belirsizleştirilerek, silikleştirilerek vb., ilişkilerin ortaya çıkarıldığı, kişiselleştirildiği; böylece görme duyusuna değil, görme algısına, görme algısının gözle dokunarak ulaşılabildiği bir noktaya taşınabilir mi? Sonunda, imgeler, üreten öznenin yüklediği ‘tek anlam’ı yansıtan şeyler olmak yerine; her deneyimle beraber yeniden üretilen / oluşturulan ve çoğaltılan nesnelere dönüşebilir mi? Görerek dokunabileceğimiz imgeleri nasıl üretiriz?

No comments:

Post a Comment